Geçen sayımızda sizlere aktardığım Japonya deneyimime, bu sayımızda da yine aynı ülkenin bir başka köşesi olan Kyoto ve Osaka şehirlerinden bahsedeceğim demiştim. Ancak hemen vurgulayayım. Bu yazıyı Londra’dan döneli tam 22 saat olmuşken kaleme alıyorum ve gelecek sayımızda sizlere içinde bulunduğumuz pandemi sürecindeki Londra ve oradaki hayatın nasıl olduğunu, 24 günlük Londra maceramın nasıl geçtiğini anlatmamın oldukça ilgi çekici olacağını düşünüyorum. Sizlere anlatmış olduğum Japonların saygı duyulası kültürünün en derin köklerini barındıran ve en eski şehirlerinden biri olan Kyoto şehri, Tokyo’dan yaklaşık üç buçuk saatlik tren yolculuğu ile ulaşılan ve bir anda el değmemiş dokusu ve yıllar öncesinden kalan Japon kültürüyle karşılıyor bizi.
Kyoto şehrinin esas anlamı aslında Japonca ’da başkent başkentidir. Burası Japon ulusuna yüzlerce yıl başkentlik etmiş olan bir kültür ve ayni zamanda da Japonya’nın bir buçuk milyonluk nüfusuyla en kalabalık şehridir. Oldukça eski bir geçmişi olduğunu öğrendiğim bu şehirde tam 1600 adet tapınak var. Bense sadece sabahtan akşama kadar buradayım. Düşünün saatte yirmi iki tapınak gezersem, hepsini görebilmiş olacağım ve bu gerçekçi bir yaklaşım değil. Bu durumda durumun imkânsızlığını kavrıyor ve sonrasında da “Amaaaan tapınak tapınaktır. En meşhurlarını gezeyim ben” diyen bir düşünce ile yola koyuluyorum.
Kinkaku-Ji Tapınağı
Genel olarak dünyada Golden Pavilion ismi ile bilinen bu tapınak en meşhur Japon ve Budist tapınaklarından biridir. Tapınağı gördüğünüzdeki etkileşim öylesine şaşırtıcı oluyor ki, bir an kendinizi karşınızda bir resim var ve ben ona bakıyorum diye hissediyorsunuz. Daha tapınağa yürümeye başladığınız an zaten dünya ile olan bağlantınız kesilmeye başlıyor. Önce harika bir taşlı yoldan yürümeye başlıyorsunuz. Taşlı yolun devamında karşınıza muhteşem çiçekleriyle kiraz ağaçları çıkmaya başlıyor. Uzunca bir süre “Tanrım burası ne güzel bir yer” diye düşünerek yürüdükten sonra, derinden gelen bir su sesi ruhunuzu hafifletmeye başlıyor. Küçücük bir patika gibi başlayan su akıntısı, yürüdükçe genişlemeye başlasa da, su sesi asla yükselmiyor. Sürekli sakin ve duyulabilir, hiçbir yere gitmek için acelesi olmayan şırıl şırıl akan bir nehir bu. Sonuna geldiğinizde ise nehrin ana merkezi olan gölete çıkmış oluyorsunuz. Gölün etrafı harika rengârenk ağaçlarla kaplı ve tam ortasında da muhteşem bir tapınak var. “Tapınak nasıl muhteşem olur?” Demeyin. Görkemli, devasa, kocaman bir şey değil. Bahsettiğim şey, her dokunuşunda her dokusunda ince ince insan emeği göz nuru olan, toplamda üç katlı ve üstteki iki katı tamamen altın yapraklarla iğne ile işlenmiş, harika görünümlü bir tapınak. 1224 yılında yapılmış olan bu tapınak, ne yazık ki 1950 tarihinde akıl hastası bir rahip tarafından ateşe verilerek yakılmış ancak Japon hükümeti tüm yetki ve imkânlarını seferber ederek yanmış bu tapınağı aslı ve orijinaline uygun halde yeniden inşa etmiş.
Geyikler ve İnanılmaz Alışkanlıkları
Tapınaktan epeyce etkilendikten sonra başlıyoruz dönüş yoluna. Az önce sizlere anlattığımın benzeri bir yoldan inerken bir anda şaşkınlıkla “Aaaaaaa! Geyik” diyoruz. Sonra herkes birbirine “Aaa! Burada da var”, “Burada da!” , “Burada da!” diye diye bir bakıyoruz ki etrafımızda onlarca geyik, hiçbir şekilde bizden ürkmeden ve çekinmeden yanımızda yürümeye başlıyorlar. Bu arada karşıdan gelen Japon’un elindeki meyveleri geyiğe verişi dikkatimizi çekiyor. Adam elindeki meyveleri teker teker geyiğe veriyor. Geyikte her yediği meyveden sonra Japonlar gibi başını eğip teşekkür ediyor. Hepimiz “Yok canım denk gelmiştir.” diyor yürümeye devam ediyoruz. Yolun sonunda geldiğimiz geniş parkta bir bakıyoruz kit tüm herkes geyikleri yediriyor ve geyiklerde yedikten sonra herkese eğilerek selam veriyorlar. O anda anlıyoruz ki geyikler etraflarında Japonları ve kültürlerini göre göre kendi kendilerine bunu alışkanlık edinmiş ve insanlar eğildikçe onlar da eğilip selam veriyor. Biz durur muyuz? Tabii ki hayır! Hemen gidip bizde bir şeyler alarak geyikleri yedirmeye başlıyoruz. Verdikten sonra da usulca başımı eğiyorum. Bakıyorum geyikte eğiliyor ve selam veriyor. Tabii bendeki Türk ’lük damarıyla habire eğiliyorum geyikte habire eğiliyor. Sonunda “Sana kalsın vereceğin yemek” diye bir tavırla yetti artık diyerek verdiğim meyveyi bile yemeden dönüp arkasını gidiyor geyik.
Fushimi Inari Tapınağı
Eğer instagramda herhangi bir gezi veya seyahat sayfası takip ediyorsanız, bu tapınağı en az bir kez görmüş olmalısınız. Oldukça meşhur olan ve çık çık bitmeyen basamaklarını, kırmızı bambularla kapatılmış koridorumsu bir yapısı izleyen bu tapınağı da görmeden dönsem olmazdı. Ne kalbim ne de bacaklarım sonuna kadar çıkmaya dayanmasa da oldukça ilginç bir deneyimdi. Inari dağının eteğinde pirinç tanrısına adanmış olan bu tapınağın tepesine çıkmak tam 4-5 saat sürüyor. Ancak birçok insan bunu yapamadığı için arada kaçış ve geri dönüş yolları var. Bende yaklaşık bir saatlik gezinin ardından “Bunu da gördüm” şeklinde yanına bir tik işareti koyarcasına, ikinci çıkıştan çıkarak geri dönüyorum. Giderseniz mutlaka görün ve gezin derim. Birde başarabilirseniz tepesinden tüm Kyoto’yu görebileceğiniz manzaranın tadını çıkarın. Tepeden görebiliyormuşsunuz ancak ben başaramadım.
Daha fazla tapınak anlatıp içinizi baymak istemem. Haydi, gelin o zaman Kyoto şehrinden biraz da Osaka’ya gidelim. Kısa sayılan bir tren yolculuğu ile Osaka’ya varıyoruz. Osaka bize merhaba derken biz yine şaşkınız. Yaklaşık bir saat uzaklıktaki Kyoto’nun sessiz ve natürel güzelliğinden eser yok. Dehşet büyük neon tabelalar ve ekranlar, kocaman binalar, İstanbul gibi kalabalık ve gürültülü sokaklar, sokak satıcıları, bağırış, çağırış aklınıza ne gelirse var. Her yerden başka bir yemek, başka bir soya kokusu vuruyor burnunuza. “Tamam, şimdi Asya’dayım.” diyorum kendi kendime. Karnımız biraz acıktığından hadi kendimize bir restoran bulalım diyoruz. Bu şehirde restoranlar mağaza gibi. Vitrinleri var. Menü yok. Vitrinden yemeğin numarasını söylüyorsunuz ve o yemeğin aynisi önünüze geliyor. İşin komik tarafı, vitrindeki yemekler gerçek değil. Yani plastik. Bir tabak düşünün. Tabak plastik. İçinde ete bire bir benzeyen bir şey var o da plastik. Yanında salata var. O da plastik. Hatta ekmek, sos, noodle vs. ne varsa plastik. Gidip bundan olsun diyorsunuz. Önünüze birebir benzerini ama gerçeğini getiriyorlar. Biraz saçma olacak biliyorum ama sabahki geziden sonra dört kişilik ekibimizde dördümüzün birden restoranda geyik yemesi biraz trajik oldu.
Zaman Kapsülü
Osaka en çok Osaka Kalesi ve zaman kapsülü ile meşhur. Bu kocaman teknolojik ve yüksek binaların tam ortasında, kendi halinde kalmış ve etrafı surlar ve nehirle kaplı döneme göre kocaman ama şu anki zamana göre küçücük kalmış beş katlı bir kale bulunuyor. Aslında şehir yıllar öncesinde sadece bu alandan ibaretmiş ama zamanla büyüyüp gelişmiş. Bu kalenin tam önünde ise Japonların meşhur zaman kapsülü var. Bu zaman kapsülü yere gömülmüş bir kapsül. Kapsül bir taraftan 1970 yılında Japon halkının nasıl ve hangi koşullarda yaşadığı, hangi kültüre sahip olup, hayatlarını nasıl geçirdiklerine dair materyaller ve bilgiler barındırırken, bir yandan da 1970 yılında, o dönemin olabilecek en pahalı ve ileri teknolojisi ne ise içinde barındırıyor. 1970 yılındaki Japon Expo fuarına katılan ve dünyada en ileri teknolojiyi satmaya çalışan tüm ülkeler, bu fuardaki en ileri teknoloji ürünlerini bir kapsüle koyup beş bin yıl sonra açılmak üzere 6970 senesine dek toprağa gömülmüş. Her on yılda bir topraktan çıkarılıp, içindeki nesnelerin özenle sağlamlığını koruması için ilaçlanan ve takip edilen bu kapsül, açıldığında hiçbirimiz hayatta olmayacak olsak da, o dönemdeki insanlara, 1970 yılında dünyada ve Japonya’da hayatın nasıl olduğu hakkında fikirler ve bilgiler vermek üzere tasarlanmış.
İşte böylesine güzelliklerle dolu ve bir anda gelişen Japon hayranlığımın sonuna doğru ne yazık ki artık yavaş yavaş bu ülkeyi ve anılarımızı geride bırakarak Osaka’dan geri uçuyoruz. Olur, da gidebilme imkânınız olursa hiç tereddüt etmeden gideceğiniz ve çok keyifli deneyimler yaşayacağınız bu farklı ülkeyi ziyaret etmekten hiç çekinmeyin. İnanın dünyaya başka bir gözle bakmaya başlayacaksınız.