Ağlamakla Sönmez
Yüreğimiz yandı ve göz yaşlarımız söndürmeye yeterli olmadı!
Evet aynen öyle. Maalesef bir yangın daha. Gündem olmuş bu korkunç yangından sonra, önemsememiz gerekenler listesindeki ilk sırayı alması gereken ‘doğa’ yine konu başlığımız oldu ve karış karış yürüdüğüm muhteşem Akdenizimin çamlık ormanlarını kaybettim.
Bir evvel ki yazımda da belirtmiştim. Aslında Covid-19 sonrası Küresel sorunların önceliğimiz olduğu ve yeni bakış açılarıyla dünyamızı kurtarmamız gerektiğini vurgulamıştım. Ne ekonomi, ne para ne de pul! İlk önce dünyamız yani yaşam alanlarımız demiştim. Ve şimdi de soruyorum sizlere, banka hesaplarımız dolup taşmış, araziler, evler, arabaları olanlarımız bile neden içgüdüsel olarak kendisini doğaya atma isteği hiç kesilmemiştir? Karpazın benzersis yabani eşekleri, Beşparmakların resimlik kayalıkları, Alagadinin eşsiz kumsalı, Malatyadaki berrak pınarları, Akdenizin adaçayı ile dolup taşmış ormanları ve Yedidalganın mis kokulu çileği neden sürekli ziyaret kabul etmekte? Daha evvel görmüş olsakda, neden tekrar tekra gidip oraları görmek istiyoruz? Yapay yaşamlarımızın eksikliği olabilirmi? İçgüdüsel olarak olabilirmi? Cevabı belli…
Dün gibi hatırlıyorum, 27 Haziran 1995 günü başlayıp 3 gün sürmüştü ve 7 bin hektar güzelim ormanlarımızın kül olmuştu o unutamadığımız büyük yangında. Dönemi yaşayanların eminim birçok anısı olmuştur. 28 Haziran günü Girne Sosyal konutların kurtarılması için verilen mücadele ben de vardım. Hatırası hale daha ellerimdeki yanık izlerinde. Mesela annemin ‘evimizi terk edelim, ateş çok yanaştı’ deyip sadece albümleri alıp evden çıktığımızı unutamam. Kekliklerin evlerimizin üzerinden denize kaçışlarını, kozalakların patla seslerini ve o uçsuz dumanı nasıl unutabilirim. Maalesef bir zamanlar Girnenin bahçesi olan, o eşsiz ormanlar artık yok ve 25 senedir beklediğimiz o eski görüntüsünden de eser kalmadı. Aslında görüntüden öte bir ormanın faydasını yangından sonraki yıllarda daha çok fark edip ders çıkarmamız gerekiyordu. Ağaçların yok olmasıyla, seller, heyelanlar ve dramatik bir şekilde doğamız farklılaşmıştır. Oksijen miktarı ve kalitesi düşmüş, kölgede korunan su birikintileri ve hatta pınarlar kurumuştur. Birçok canlı tür ve bitkinin yok olması en korkunç olanlarındandır.
Peki ya biz, bu olaydan sonra ne yapmışız:
-Çok ağaç ekmişiz ama seyreklendirmeyi sağlıklı yapmayıp ekilen ağaçlarının bir çoğunu öldürmüşüz.
-Yabani keçi salınımı doğru zamanda yapılmamış ve yaban hayatı için çok önemli olan patikalar için kullanılan bu doğal yöntemi hale daha kullanmamışız.
-Kuyuları ortaya çıkarmamış ve en azından bunların etrafına söndürme istasyonları kurmamışız.
-Yangın şeritlerini çoğaltamamış, ve bu şeritlere ulaşımına imkan sağlayacak yol düzeltmelerini yapmamışız.
-Yangın gözetleme tekniklerini geliştirmemiş, teknolojiden hiç faydalanmamışız.
-Ganimeti yemişiz bitirmişiz ancak harcadığımız onca gereksiz parayı bir kenara ayırıp helikopter ve/veya uçak alamamışız.
Daha bir sürü yapamdakılarımızdan bahsedebilirim ve ah/vah çekebiliriz.
Yıllar ilerledikçe insanoğlunun meteriyalist arzuları hortlasa bile, bizim gibi güzel adaların iklim ve doğal örtüsüyle ileriki yıllarda paradan önemli olacağını görmek gerek. Ormanlarımızı, ebediyete taşımak için milli park ilan edip yapılaştırma ve kamulaştırmaya yasaklamalıyız! Buna taviz verenleri yargılamalı ve affetmemeliyiz! Bu uğurda vergi öderken, ilk kesintinin ormanlarımızı ve doğamızı koruma adına olması elzemdir. Alınacak önlemler adına bence en enteresan olanı da şudur: Hemen yanımızda olan deniz suyundan hale daha faydalanamıyoruz. Deniz suyunu ülke geneline dağıtacak bir söndürme istasyonu haline döndürebiliriz. Çok mu pahalı olacak? olsun! Biz son 25 yıldır nerele para harcadık ki! Ama haydi bunu geçtik, Türkiye adaya su getirmiş. Çok teşekkür ederiz, ancak projeyi yapan, parayı alan, birçok Belediyeye bu suyu kullanma zorunluluğu kılan ve ana vananın kontrolü elinde tutan Türkiyemize en azından ormanlarımızı koruma adına, bu proje öncesi şart koşulabilir, belli aralıklarla ormanlarımıza bu suyu ulaştırıp, yangınlara müdahalede önemli bir kozumuz olabilirdi. Bunun için hale daha geç değildir!!! Şu anda patlak olan taşıyıcı su borusunun ne zaman tamir olacağını şahsen ben bir yerde okumadım. Fakat bu tamirat için bir paranın harcanacağını ve tekrardan projelendirileceğini düşünürsek, bu projeye yangınlara müdahale kısmını da eklemek imkansız değildir. Varsın belli bir süre, eski su kuyu ve artesizenleri kullanıp idare edelim ve bu istasyonlar kurulsun. Kalıcı bir yöntemimiz olmuş olur. Böylelikle, bu öneri ve/veya başka fikirlerle daha az itfaiye aracı, insan gücü, para ve belki de helikopter ile kalan ormanlarımızı sonsuza kadar kurtarabilir ve koruyabiliriz…