Genç oyuncu Cemile Gürçağ ile tiyatroya olan ilgisinin nasıl başladığı, hangi süreçlerden geçtiği ve oyunculuk yanında müzik hayatına girişi ile ilgili merak ettiklerimizi sorduk. Gürçağ’ın ilk tiyatroyla tanışması, yeni parçası, gençlere önerileri ve daha fazlası röportajda sizleri bekliyor.
1. Cemile Gürçağ kimdir? Bize kendinden bahsedebilir misin?
Merhabalar, tabii ki! Nereden başlasam, 24 yaşındayım ve kendimi bildim bileli sanatın her dalını doya doya yaşamaya çalışıyorum. Küçük yaşta bu yolculuğum tiyatro ve müzikle başladı. Sahnelere âşık bir aileden geliyorum aslında. Rahmetli dedem Osman Karabulut Kıbrıs’ın tanınmış ses sanatçılarındandı. Biz tüm torunlar onun sayesinde ninnilerimizi bile saz eşliğinde dinlerdik. İlk kelimelerimiz ağımızdan çıktı ve o andan itibaren ona eşlik edip ateş başında şarkılar, türküler söylemeye başladık. Tiyatroyla ben 2 yaşındayken büyük amcam, eski Girne Belediye başkanı Erdinç Gürçağ’ın kurduğu GİBETSU ekibinde tanıştım. Ardından dansa merak saldım. Yine küçük yaşlarda baleye başladım hemen ardından keman dersleriyle müzik tutkumun peşinden gitmeye karar verdim. Kıbrıs’ın sevilen tiyatro oyuncuları olan ebeveynlerim Cenk ve Emine Gürçağ’la sahneler aldım, Çatalköy ve Girne belediyelerinin sanat yönetmeni canım Derman Atik hocamın tüm işlerinin daha temelleri atılırken orada bulunma şansını elde ettim, gözlemledim, fikirler sundum… Yani ben kimim? Oksijen ve sanatı birbiriyle yarıştıran, hangisi hangisiydi ayırt edemeyen öyle biri işte.
- Tiyatroya olan ilginiz nasıl başladı? Bu süreçten bahsedebilir misin?
Hani ‘sahne tozu yutmak’ diye bir laf vardır ya, işte benim için tam da böyle başladı aslında bu macera. Ben 2 yaşındayken, yani 1999 yılında, GİBETSU (Girne Belediyesi Tiyatro Stüdyosu) Derman Atik yönetmenliğinde kuruldu. Annem ve babam kurulduğu gün katıldılar bu ekibe. E tabi kucaklarında da 2 yaşında bir Cemile. Onlar provalara başladılar, ben elimde biberonum onları izlemeye. Yeri geldi sahne kenarında uyudum, yeri geldi repliklerini ezberleyip onları taklit ettim. Hatta performans geceleri oyun bitiminde seyirci arasından ekibin yanına sahneye atlayıp onlarla birlikte selamımı vermeyi de eksik etmezmişim. O alkışların baş döndürücü etkisine doyamamış olmalıyım ki hala tiyatro benim en büyük parçalarımdan biri. 2015 yılında üniversite eğitimim için büyük bir heyecanla tiyatro bölümünü seçtim. İngiltere’de Canterbury Christ Church Üniversitesi, Drama bölümünden mezunum. Bu sürecin özeti bu, detaylı halini siz düşünün artık.
- Sence tiyatro nedir ve neden değerlidir?
Tiyatro çok şeydir; hem bir kaçış hem de bir yüzleşmedir. Seyircimiz salonlarımıza adım atar, oyun başlamadan birbiriyle sohbetler eder, günün dertleri ve streslerinden bahseder, ta ki o son anons yapılana kadar; “Oyunumuz başlıyor…” O andan itibaren bizim yarattığımız dünyanın kapıları olan perdelerimiz açılır, salonun ışıkları onları terk eder ve bizim dünyamızı aydınlatır. Seyirci kendi dünyasını, dertlerini, stresini hatta kendi mutluluğunu dahi o sönen ışıklarla birlikte uğurlar. O artık hiçbir eylemde bulunmak zorunda değildir, sadece izlemek için oradadır. Günlük hayatımız bize bunu sunmaz, eylem bekler, katılım bekler. Bu tiyatronun ‘kaçış’ kısmıdır benim için. Peki ya yüzleşme? Tiyatro bu şansı da sunar bizlere. Güncel problemlerimizi yeri geldiğinde dünyamıza katarız ki şu sıralar malzememiz çok bol. Sizlerden düşünmenizi ‘rica ederiz’. Bu düşünce üzerine yapacağınız ’eylem’ ise oyun sonrasında size kalmıştır.
- Sahnede olup yüzlerce kişinin karşısında oyun sahnelemek nasıl bir duygu?
Klişe duyulmasını istemem ama bu gerçekten tarifi olmayan bir duygu. Bir kere ne hissedersek hissedelim bu duyguların arkasında hiç bitmeyen bir heyecan var. Bir tiyatro oyununun kaçıncı temsili için sahneye çıkacak olursak olalım bu heyecan 1. oyun öncesi de aynıdır, 100. oyun öncesi de. Sahnede oynanacak oyun, anlatılacak hikâye aynı olsa da, sahneleneceği gece orada olan seyircimiz her zaman farklıdır. Onların tepkileri, bizimle birlikte gülecekleri espriler, duygulanacakları diyaloglar, kendi hayatlarından bir şeyler bulacakları karakterler, bunlar bizi her oyunda, her bir seyirciyle ayrı ayrı bağlayan, onlarla bizi bir yapan öğelerden sadece bir kaç örnek. Tüm bunları yaşadıktan sonra hep birlikte selamlama için sahneye çıkıp aldığımız alkışsa tüm yorgunluğa değer. Bu an seyircimizle oyundaki karakterler olarak değil de, kendimiz yani oyuncular olarak göz göze geldiğimiz ilk andır. Artık gülücükler saçarak çıkardığımız iş için kendimizle gurur duyar, tüm stresimizi az önce canlandırdığımız karakterlerle nirlikte sahne arkasında bırakırız. Dediğim gibi, tarif edilemez ama umarım biraz olsun anlatabilmişimdir.
- Oyunculuk yanında müziğe de ilgin var. Kısa süre önce yayınlanan “Play Pretend” isimli Single’ından da bize bahsedebilir misin?
Bahsettiğim üzere müziğe ilgim de çok küçük yaşlarda başladı. Ama kendi müziğimi yaratma ve hayata geçirme isteğimin artması pandeminin bana bir hediyesi oldu sanırım. Bir tiyatrocu olarak sahnelerden bu kadar uzak kalmak beni çok rahatsız etti. Demiştim ya ha oksijen, ha sanat! Hayatım boyunca sanattan hiç bu kadar uzun süre uzak kalmamıştım, nefes alamadım. İlk kapanmanın hemen ardından The Jammin Recordz girdi hayatıma, kurucusu Ahmet ‘Negro’ Karagözlü ile birlikte. Bir anda kendimi kendi şarkılarımı kaydederken buldum. Hatta kısa süre sonra kendi sözlerimi yazmaya başladım. Tabi tiyatrodan çok farklıydı, biz tiyatrocular provalarımızı yapar, sahneye çıkar ve seyirci tepkisini eş zamanlı alırız. Müzik öyle mi? Şarkımızı hazırlayıp ‘yolun açık olsun’ deyip sosyal medyanın ortasına bırakıyoruz. Sonrasında geri dönüşler yavaş yavaş gelmeye başlıyor…
“Play Pretend” benim en yeni şarkım. Sözlerini büyük bir zevkle yazdım. Zaten şarkı sözlerimi yazmanın sırrını da birazcık tiyatrodan çaldım. Bir karakter yaratıyorum, ona bir hikâye yazıyorum. Neler yaşamış, kimlerle yaşamış, bu durumda nasıl davranmış? Alıyorum bu hayali karakteri karşıma o anlatıyor ben yazıyorum. Sonra Negro bu hikayaye yakıştırdığı müziği hazırlıyor, İzel Hastunç bu hikâyeye yakıştırdığı klibi çekiyor ve ortaya “Play Pretend” gibi nice projeler çıkıyor. Çok daha fazlası da yolda…
- Girne Belediyesi ve Çatalköy Belediyesi tarafından düzenlenen Tiyatro Günleri nasıl geçti? Kısaca bahsedebilir misin?
Tüm ekibin heyecanla beklediği günler bunlar. Bildiğiniz üzere GİBETSU ve Tiyatro Su olarak aslında koskocaman bir aileyiz. İki belediyemizin de bizi bu şekilde kucaklaması o kadar güzel bir duygu ki. Bu tiyatro günlerinin ev sahipliğini yapmak, farklı bölgelerden gelen tiyatro ekipleriyle tanışıp birbirimizin hikâyelerini dinleyebilmek, heyecanına ortak olmak… Bunları anlatırken bile içim ısınıyor, ne yalan söyleyeyim.Bu yıl kalabalık bir ekiple sahne aldık. Oyunumuz olan Pygmalion Bir Demokrası Müzikali ile çıktık karşınıza. Bunu 2 yıl boyunca içimiz buruk bir şekilde 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nü evlerimizden sizlere seslendikten sonra yaptık. Tüm dünyayı sarsan pandemi ve şartları gereği çok uzak kaldık seyircimizden. Hepinizi çok özledik ve bu yıl bu özlemin verdiği heyecanı da alıp çıktık karşınıza. Çok özeldi, çok değerliydi. Oyunumuzun yazarı Burçhan Göze ve (kendi tabiriyle) bozanı Derman Atik en ön sıradan izlediler bizleri. Oyun sırasında ve sonrasında göz göze geldiğimiz her an birbirimizin gözlerindeki mutluluğu ve ışıltıyı gördük. Bu tiyatro günleri de bu şekilde geçti işte; heyecan, mutluluk ve daha fazla heyecan.
- Son olarak yetenekli bir genç olarak diğer gençlere önerilerin var mıdır?
Olmaz mı? Korkmayın; yaratmaktan, yarattıklarınızı ortaya koymaktan, eleştirilmekten korkmayın! Güzel insanlar bulup yeteneklerinizi birlikte kullanmayı öğrenin ve birbirinize öğretin. Mesela siz yazıyorsanız onu oynamak, söylemek, kullanmak isteyecek insanlara ulaşın. Emin olun bir adım atarsanız size koşarak gelecek yetenekli insanların sayısına siz de şaşıracaksınız. Eleştirilerin sizi durdurmasına asla izin vermeyin. O eleştirileri ders kitapları gibi inceleyin, onlarla birlikte kendinizi geliştirin. Birlikte yaratalım, büyüyelim, var olalım! Biz birlikte o kadar güzeliz ki…